Japon Başarısı Mucize mi

Japon Başarısı Mucize mi?

Japon Başarısı Mucize mi
Japon Başarısı Mucize mi

Bu yüzyılın başlarında, Japonya’nın Çarlık Rusya’sını 1904-1905 savaşıyla karada ve denizde, ağır bir yenilgiye uğratmasıyla Japon için birinci mucize 1905’te yaşanmıştı.

Ülkemizdeki köklü Japon hayranlığı ile “Togo” adı bu mucizeden kalmadır. Japonların askeri başarısı Osmanlı’ya “Ben de yapabilirim” umudunu vermiştir.

İkinci savaş mucize anıları külledi, Japonya’nın teslim oluşu mucizeyi unutturdu. Ancak Kore Savaşı’ndan günümüze dünya ikinci “Japon Mucizesi” durumunu yaşıyor. Batı da “Narin Çiçek” Japonya’nın hızlı toparlanıp başa güreşir duruma gelmesi, İslam Dünyası’nda ise “Kültürünü hiç değiştirmeden, Batı’dan sadece teknoloji alarak kalkınması” gerçek bir mucize olarak görüldü.

Hatta Türkiye’ye örnek gösterildi (Eğitim Milli Raporu 1961). Bize “Batı’dan teknoloji alın, kültürünüzü koruyun” dendi. Bu tanı ve öğüt belki gerçekçi veya geçerli değil ama kulağa hoş gelmiş olmalıydı.

Binlerce bilgin, sanatçı, araştırmacı Japonya’ya koştu. Mucizeyi yerinde görmek sırrını çözmek için. “Japonya’yı anlamak zor çünkü çok basit” diyen Singer’e (1973) kulak veren olmadı. Ünlü Japonya uzmanı Maraini (1971)’nin “Tarih öncesinden beri çağdaş olan Japonya” medyanın ilgisini çekmedi.

Dehanın rolünü en aza indirmiş olan Japon toplumu

Dehanın rolünü en aza indirmiş olan Japon toplumu
Dehanın rolünü en aza indirmiş olan Japon toplumu

Oysa Almanların 1770’lerde Latince siyah beyaz bastıkları ilk Anatomi Atlasını Japonlar 2-3 yıl sonra üç dilde dört renkte basmışlardı. Dünya “Dehanın rolünü en aza indirmiş olan bu toplumun” başarılarını mucize olarak görmeyi tercih etti.

Çağdaşlaşmaya 1868’de karar veren küçük Asya Ülkesi nasıl olur da yüz yıl içinde dünyanın en güçlüleri arasına girebilirdi?

İktisatçı Ozaki (1978) mucizenin insan ilişkilerinden (yani yapı ve kültürden) kaynaklandığını açıkladıysa da etkisi olmadı.

Mucize Japonların işkolik oluşunda, meşakkati sevdiklerinde günde 15-16 saat çalışmalarında geyşaların büyüsünde, harakirinin dramatik dehşetinde, yüksek intihar oranlarında, Kamikaze ruhunda ve emeği sömüren Taykunlar da arandı.

Bulunamayınca da mucize söylencesi tuttu, güçlendi, yayıldı. Adı üstünde mucize tam bir mucizeydi.

Mucize başarılı ve hızlı kalkınmada değil gelişmenin değişmeden sağlanmış olmasında düğümleniyordu.

Acaba Japonya değişmeden mi kalkınmıştı gerçekten? Kimonolara Tokyo tipi terliklere, geyşalara ayakkabı çıkarıp diz çökerek çubukla yemek yediklerine bakılırsa Japon kültürü değişmemişti.

Gerçi her gelişme mucize sayılmazdı ama değişmeden gelişme -eğer doğruysa- mucize sayılmalıydı. Batı’nın iki yüzyılda yaptığını Japonya yüzyıla nasıl sığdırmıştı?

Tarihçi Smith (1975) Japon modernleşmesinin köklerini 16. Yüzyılda Shogun’ların yaptığı toprak, tarım ve vergi reformlarında bulunuyordu.

Mucizeyi Anlamak

Mucizeyi Anlamak
Mucizeyi Anlamak

Çeltik köylüsü, askeri feodalitenin koyduğu ağır vergileri ödeyebilmek için 250 yılda üretimin verimliliğini iki üç kat arttırmayı başarmış.

%30 kentleşme, %40 okur yazarlık oranı ve gelişmiş iş bölümüyle toplumu endüstri devrimine hazırlamıştı.

Japonya değişiyordu. Ancak bu süreçte Batılının anlayamadığı türden bir süreklilik vardı. Diyalektik Batı bu sürekliliği değişmezlik gibi yorumlama yanılgısına düşüyordu.

Her gün her alanda kendini yenileyebilen bir ülkenin devrime ihtiyacı yoktu. Shogun’luğa son veren devrimci ayaklanmanın adı “Meiji Restorasyonu” idi.

Değişmediği ileri sürülen Buda dinine göre de hayat değişmeydi. Böyle bir dinin neresi nasıl değiştirilebilir ki?

Aslında Mikado’nun küçük insanları koca Budizm’i bile Japonlaştırmışlardı. Değişmez gibi görüneb Japonya’da değişmeyen törelerden biri bebek eğitimidir.

Her şeyin büyük bir hızla değiştiği toplumda Japonlar, çocuğu annesine ailesine ve Japonya’ya bağlı duruma getiren temel kişilik (tatami) yapısını korumada başarılı görülüyorlar.

Bir tanrı gibi sevgi ve saygıyla ceza görmeden (onuru kırılmadan) yetiştirilen çocuk, kendisini Japon gibi değil de “Japonya” gibi görür.

“Ülkem bana ne verdi?” demez, “Ben ona ne yapabilirim?” diye sorar. Büyür gider, bu “on” (vefa) borcunu ödeyememenin ezikliğinden kurtulamaz.

Değişme süreci içinde böyle kişilik yapısının bir ölçüde korunabilmiş olması, mucizeye çok yaklaşan özgün bir Japon başarısı sayılabilir.

Japonya, değişti, değişiyor. Kuşkusuz değişecek de ama nasıl? Eskiyi atıp yerine yenisini koyarak değil de bir ağacın kambriyum zarı gibi taşıyıcı kültür varlığının çevresine yeni yaş halkaları ekleyerek.

Yeninin altında ya da gerisinde yaşayan yapılar, Japonya’nın değişmediği yanılsamasına yol açar. Geyşalarla çay içenler, kimonolu hosteslerle çiğ balık yiyen turistler Japonya’nın değişmediğine tanıklık ederler.

Uygarlığı “insanoğlunun doğaya egemenliği” gibi algılayan ve bununla övünen Batılının Japonya’yı anlaması hiç kolay olmadı.

Japon insanının varlık ülküsü güçlü olanın seçilmesi değil doğa ile var olmak, var kalmaktır. İşte Japon çağdaşlaşmasının değişmeyen birkaç ilkesi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ayrıca Okuyabilecekleriniz

Larina Thermal Resort & Spa’ya Ödül

İlgili yazılar: Dila Senem Çetin Kimdir? İzlemeye Doyamayacağınız Yayınlar Kadın Erkek Eşi…