Menderesi Sehpaya Götüren Misyon

Menderesi Sehpaya Götüren Misyon

Adnan Menderes - Oy kullanırken
Adnan Menderes – Oy kullanırken

Uçak kazasından, Yassıada cehennemine…

Menderesi Sehpaya Götüren Misyon; 10 yıllık Demokrat Parti iktidarı döneminde sürekli olarak “Başvekil” sıfatını taşıyan Adnan Menderes, uçak kazasından kurtulup yurda döndükten sonra, zaman zaman bir rind vecdi, zaman zaman bir militan öfkesiyle hareket eder.

Yüce Divan karşısında gösterdiği tavır bile misyonunu kurtarabilme telaşının eseridir.

Her şey Londra’daki uçak kazası ile başladı. Kıbrıs’ın 3 garantör devleti, Londra’da müzakere masasına oturacaklardı.

Türkiye’den Başvekil Adnan Menderes ve Atina’dan Yunanistan Başvekili Karamanlis uçakla hareket etmişlerdi.

Menderes’in uçağı İtalya üzerinde iken bir telsiz mesajı alındı; “Londra üzerinde yoğun sis var, uçakların inmesine elverişli değil. Yunan Başvekil Karamanlis uçağı Manş üzerinde iken durumu öğrenip Paris’e döndü…”

Menderes telgraf metnine bir göz attıktan sonra onu getiren memura; “Pekâlâ” dedi, “biz de geceyi Paris’te geçirelim. Paris Sefarethanemize bildirsinler, otelde yer ayırtılsın…”

Menderes bunu söylerken, uçağın kuyruğundaki masada Arif Demirer, Emin Kalafat ve çocukluk arkadaşı Rıfat Kadızade ile oturmaktaydı.

Masadakiler, Başvekilin bu konuda muhatabı olmadıklarını düşünmüş olacaklar ki, yerlerinden kıpırdamadılar.

Gelen memur da geriye döndü. Ne var ki Paris’e bilgi ve pilota da talimat verilmediği, ancak uçak Manş üzerine geldiği zaman anlaşılabilmişti.

Yine de Yunan Başvekili gibi Paris’e dönebilirlerdi. Bunu yapmadılar ve yola devam ettiler.

Pilot Londra üstüne geldiğini anons ettiği zaman herkes yerlerine oturdu, kemerlerini bağladı. Uçak kalın bir sisin içerisindeydi.

Bembeyaz hale gelen camlardan hiçbir şey görülmüyordu ve iniş zamanı çoktan geçmişti. Uçak bazen alçalıyor, bazen yükseliyor, fakat meydandan eser görünmüyordu…

Toprağı Görecek Miyiz Acaba?

Adnan Menderes - Celal Bayar
Adnan Menderes – Celal Bayar

Yolcular sessizli içindeydiler. Herkesin gözleri pencerelerde, kulakları, pilotun yapacağı anonstaydı… Menderes karşısında oturan Arif Demirer’e sordu; “Toprağı görecek miyiz acaba Arif?”.

Arif Demirer, kendi içindeki tedirginliği bastırarak fısıldadı; “Henüz şüphe etmek için sebebimiz yok!”.

Fakat Menderes de Demirer de ölümün soğuk esintisini yüreklerinde taşımaktaydılar. Daha sonra, Adnan Menderes bu anı yakın dostlarına şöyle anlatacaktı;

“Ölüm korkusunun, ölümden daha beter bir duygu olduğunu o an hissettim. İki alemin ortasındaydım. Takdire sığınmaktan başka yapacak bir şey yoktu. İlk aklıma gelen sureyi okumaya başlayarak kendimi kadere teslim ettim…”

Pilot birçok defa sise dalıp meydanı görmeye çalıştıysa da muvaffak olamadı. Nihayet son bir deneme yapmaya karar vermiş olacak ki, sisin en aydınlık noktasına sert bir dalış yaptı.

Kısa bir an… Dehşet verici bir çatırtı ile uçak çakıldı. Bereket, yere çakılmamış, ağaçların arasına düşmüştü.

Ne de olsa ağaçlar hızını kesmiş yere kurşun gibi inmesini önlemişlerdi. Menderes bu anı hatırlamıyor.

Herhalde çarpmanın etkisi ve gövdenin bölünmesi sebebiyle oturduğu yerden kopmuş, uçak kuyruğunun bir yarığına ayağı takılarak, tepesi üstü, asılı kalmıştı.

Daha hafif yara ile kazayı atlatan Rıfat Kadızade, çocukluk arkadaşı Başvekilin asılıp kaldığı yerden kurtulmasına yardım etmiş ve uçaktan çıkmasını sağlamıştı.

Ahiretten Dönmüş Gibiydim

Menderesi Sehpaya Götüren Misyon
Menderesi Sehpaya Götüren Misyon

Olayı daha sonra anlatan Menderes; “Ahiretten dönmüş gibiydim!” diyecek ve şöyle devam edecektir; “Çakılmış uçakta belki yaralı belki ölü arkadaşlarım vardı.

Bunlara yardım edemiyordum. İçimde, yapamamanın öfkesi kuduracağına, inanılmaz bir sükûnet vardı. İmdat aramalıydım! Ağaçlar arasında ilk rastladığım insana;

“Ben Türkiye Cumhuriyeti Başvekiliyim! Uçağımız düştü… Arkadaşlarıma çıkmaları için yardım sağlayın” dediğimi hatırlıyorum”.

Menderes, aynı hizada oturan Kemal Zeytinoğlu ölürken, kendisinin nasıl küçük bir bere ile kurtulduğunu herhâlde uzun uzun düşünmüştür.

Fakat çok dikkate değer bir nokta, bu konuda hiçbir arkadaşına, hiçbir dostuna hatta ailesine bile bir açıklamada bulunmadı, o duygusunu sır gibi sakladı.

Viyana ekolünün en ünlü doktorlarından Adler, ruhi dinamiği “Aşağılık duygusu – Üstünlük duygusu”’na bağlarken şöyle diyor;

“Ölüm ihtimali yüksek ameliyatlardan çıkanlarla, ölüm ihtimal yüksek kazalardan kurtulanlardan bazıları, yaşamalarını, kendilerine verilen misyona bağlarlar.

Bu yüzden topluma büyük hizmetlerde bulunmuş insanlar vardır; George Washington, Napoleon, Darwin bunlardan sadece bir kaçıdır?” (*)

Menderes zaten romantik bir yapıya sahipti. Bu romantik yapı bir de “misyon” yüklenince daha çok kendi üstüne katlandı.

Türkiye ayağa kalktı, hatta dünya ayağa kalktı… Türkiye’nin en değerli devlet adamlarını taşıyan uçak Londra üzerinde düşmüş, heyetten 14 kişi hayatını kaybetmişti.

Bu feci kazadan Türkiye Başvekili elbisesinin ütüsü bile bozulmadan kurtulmuş, dışarı çıkınca ilk gördüğüne; “Ben Türkiye Başvekiliyim! Uçağımız düştü. Arkadaşlarımın çıkmaları için yardım sağlayın” diyebilmişti.

Dünyanın büyük gazeteleri haberi manşetten verdiler. Hele Türkiye kaynıyordu. Türkiye – Londra telgraf hattı kilitlenmiş, telefonlar çalışamaz olmuştu.

Camilerde hatimler indiriliyor, evlerde şükür duaları yapılıyor, dost düşman birbirini kucaklayarak; “Allah Başvekilimizi bize bağışladı” diye seviniyordu.

Cumhurbaşkanı Bayar, Londra’ya özel doktorunu göndermişti. Ana muhalefet partisi başkanı İsmet İnönü, çok sıcak kelimelerle yazılmış bir telgrafla Adnan Menderes’e sevincini ulaştırdı.

Onun en amansız hasmı, Millet Partisi Genel Başkanı Osman Bölükbaşı bile, çektiği telgrafla politika ile dostluğu birbirinden ayırmasını bildiğini ortaya koymuş.

Menderes’i gönülden ifadelerle kucaklamıştır.

Misyon Düşüncesi Beliriyor

Menderesi Sehpaya Götüren Misyon
Menderesi Sehpaya Götüren Misyon

Bu olağanüstü hava içinde “Londra Antlaşması” imzalandı. Menderes, hazırlanan metni hastanedeki yatağında imzalamıştı.

Böylece Kıbrıs’taki iki toplumlu bir devlet kuruluyordu. Lozan’da bütün hakları ile İngiltere’ye bırakılan Kıbrıs, Menderes hükümetlerinin akılcı ve cesur dış politikası ile yarı yarıya kazanılmıştı.

Dünyanın dikkatle izlediği bir siyasi zafer elde edilmişti. Menderes antlaşmaya imza koyarken, elbette Allah’ın inayeti ile bu noktaya ulaştığını biliyordu.

Maddi gücünün arkasında, manevi bir desteğin kendisini yalnız bırakmadığına dair inancı, artarak büyüyor olmalıydı.

Bu yüzden olacak, gerek Menderes gibi kazadan kurtulmuş Türk heyetinden bazıları ve gerek daha önce Londra’ya gelip müzakereleri yürütmüş Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve hariciyeciler Dr. Adler’in ruhi olaylarda baş dinamiğin üstünlük ve aşağılık duygusu olduğunu, kaza sırasında buna uygun ortam hazırlanmaması halinde, istenmeyen sonuçlar doğuracağını biliyorlardı.

Dolayısıyla Başvekilin en az bir ay, İsviçre gibi sakin bir yerde dinlenmesi gerektiğini kendi aralarında konuşuyorlardı.

Bu konuşmalarda Menderes’in kulağına gidiyordu. Hiç de iyi karşılamıyordu Menderes bu düşünceleri.

İşte sapasağlamdı, işte gücü, eski gücü, düşüncesi, eski düşüncesiydi. Neden ülkesinin bunca işini yüzüstü bıraksın da İsviçre’de gönül eğlendirsin ki?

Acaba bazı kimseler, kendi yokluğunda bazı işler çevirmek hesabı içinde mi idiler?

Kendisi hakkında yapılan konuşmalardan sıkıyor, hele çok değer verdiği Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun da aynı fikri taşımasına hem şaşıyor hem üzülüyordu.

Ankara’ya döndüğü zaman bu duygularını dostu Mükerrem Sarol’a açacak ve aynen şöyle diyecekti; Bugün Türkiye’de benim için hiçbir ruy-i abus mutasavver değildir (Asık surat düşünülemez)”.

Menderes’in Türkiye’ye dönüşünde, adeta yer yerinden oynadı. Koyundan deveye kadar kesilen kurbanların kanları sokaklardan akıyor, onu daha yakından görmek için insanlar birbirini kırıyordu.

Herkes Menderes’e dokunmak istiyordu. Konya Milletvekili Himmet Ölçmen, Demokrat Parti’nin Konya kongresinde şöyle diyordu;

“Bu milletin başında, Allah’ın, Peygamber’in tayin ettiği bir lider var. Bu da Adnan Menderes’tir.”

CHP’nin Şikâyeti

Menderesi Sehpaya Götüren Misyon
Menderesi Sehpaya Götüren Misyon

Türkiye’de yeni gelişmeler vardı. Adnan Menderes’in Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur, Eyüp Sultan’da muhteşem bir iftar yemeği verdi.

Özel iftar yemeklerinde de Menderes’e dualar ediliyor, bir çeşit kutsanıyordu. Bütün bunlar o günlerin laiklik titizliğine ters düşmekte, fakat olaylar Menderes’in uçak kazasından sağ salim kurtulmasına bağlandığı için geçiştirilmekteydi.

Oysa Eyüp’teki iftar ziyafetinden iki gün önce, 11 Mart 1959 tarihinde CHP Milletvekili Ferda Güley, Meclis’te söz almış ve “CHP’nin İslam Dini’ne karşı olduğunu” yazan basına karşı, hükümetçe hiçbir müdahalede bulunulmadığından şikâyet etmişti!

Menderes ve arkadaşlarının kaza geçirmesi, toplumda baskı altında tutulan din duygusunun patlamasına yol açtı.

O kadar ki kazada Menderes’in yarasız beresiz kurtulması Müslümanlığına bağlanıyor, laiklik düşüncesini din düşmanlığı biçiminde kullanan CHP’ye hücum vesilesi yapılıyordu.

Ferda Güley’in Meclis kürsüsündeki yakınması, buna dayanıyordu.

Nitekim İsmet İnönü 19 Mart günü yaptığı bir açıklamada Ferda Güley’in şikayetini sistematize ederek geliştirecek ve Atatürk Kanunu’nun etkisiz kaldığını söyleyerek şöyle diyecekti;

“Bugünkü vaziyet, iktidar çevrelerinin muhalefeti ve tarafsız basını dinsizlikle ittiham ederek siyasi bir taaruza geçmesi hareketlidir?”

Menderes’in Yüklendiği Misyon

Menderesi Sehpaya Götüren Misyon
Menderesi Sehpaya Götüren Misyon

İnönü gelişmeyi kendi açısından tehlikeli görmemiş olsaydı Başvekil Londra’da hastanede yatarken; Türkiye’de “Demokrat Parti’nin siyasi bir taaruza geçtiğini” söylemek sevimsizliğini tercih etmezdi.

Durum, gerçekten ilgi çekiciydi. Himmet Ölçmen derecesinde mistik düşünen insanların sayısı bilinmez ama bunların arasında bizzat Adnan Menderes’in bulunması ihtimali zayıf değildir.

Londra dönüşünden sonraki hayatına bakıldığı zaman, bazı olaylarda bir rindin vecdini bazı olaylarda bir militanın titiz öfkesini fark etmemek mümkün değildir.

Bence, ikisinin de kaynağı yüklendiği “misyon” dur! İstanbul’un imarı için sabahlara kadar çalışırken de Yeşilhisar olayları karşısında olduğu gibi devlet gücünü muhalefetin önüne sürdüğü zama da sadece misyonunun önünü açıyordu.

Bunlar şahsi hesaplaşma değildir. Menderes’in Türkiye’ye döneceği günlerde iktidar partisi içinde bazı kimseler, kaza dolayısıyla ortaya çıkan olumlu havadan yararlanmak ve yeni bir ortamın doğmasını sağlamak istiyorlardı.

Kuruculardan Refik Koraltan’ın sessiz sedasız yürüttüğü bu hareket, 28 Mart günü uygulamaya kondu. Koraltan, protokoldeki yerini alıp Menderes’i Ankara’da istasyonda karşılayacağına Gazi İstasyonu’na gitti ve oradan trene binerek hem yolda birkaç cümle ile siyasi durumu özetledi, hem trenin bulunduğu vagonun tam Halk Partisi Genel Başkanı İsmet İnönü ile Genel Sekreter Kasım Gülek’in beklediği noktada durdurulmasını istedi.

Gerçekten tren geldi, Menderes’in vagondan ineceği kapı tam İnönü’nün önünde durdu. Başvekilin Ankara’da ilk kucaklaştığı kişi, bu sebeple İsmet İnönü olmuştur!

Çok sıcak ve sevimli kucaklaşmadan sonra İnönü Bayar’ın bulunduğu protokol binasına gideceği sırada hemen bazı Demokrat Parti milletvekilleri araya girdiler ve kargaşa yüzünden İnönü ile Gülek dönmek zorunda kaldı.

Koraltan’ın başlattığı bu teşebbüsün sonunu Dr. Mükerrem Sarol şöyle naklediyor;

“Akşama doğru Menderes’in evine gittim. Kucaklaştık. Ayağını muayene ettim, geçmek üzere olan bir ezikten başka bir şey yoktu.

Konuşmaya başladık. Ben yokluğunda olup biteni özetlemeye çalışıyordum. Özellikle memlekette oluşan bu milli bütünlüğün, Mecliste de oluşması gerektiğini, bunun için İsmet Paşa’nın istasyona gelip karşılamasını fırsat bilerek kendisine bir çeşit teşekkür, bir çeşit iade-i ziyaret vesilesinin kullanılmasının yararlı olacağını anlatıyordum.

Önce Tekel Bakanı Hadi Hüsman, daha sonra Tevfik İleri ile Atıf Benderlioğlu geldiler. Benderlioğlu, Grup Başkanıydı. Bayar’dan geliyorlardı.

Koraltan’ın protokole müdahalesine ve İsmet Paşa’ya göserilen yakın ilgiye üzülmüş olduğunu Halk Partisi’nin hiçbir sözüne inanmamak gerektiğini, vatandaşların da İsmet Paşa’ya gösterilecek itibardan hoşnut kalmayacaklarını sandığını anlattılar.

Menderes bana dönüp;

-Doktorum bana içerde anlattıklarını lütfen arkadaşlara tekrar et, duysunlar dedi.

Ben Bayar’ın bu fikrini paylaşmadığımı Menderes’e gösterilen sevginin bir milli bütünlük çimentosu olduğunu kaza dolayısıyla İnönü’nün çektiği telgrafa Menderes’in çok nazik cevap göndererek bir diyalog başlattığını, istasyona kadar gelerek karşılayan İnönü’ye bir ziyaretle teşekkür etmenin memleketin siyasi atmosferine çok olumlu katkılar yapacağını anlatmakta iken; “Cumhurbaşkanımız teşrif buyurdular” denildi ve kendileri de salona girdiler.

Bayar Başka Düşüncede

Menderesi Sehpaya Götüren Misyon
Menderesi Sehpaya Götüren Misyon

Seremonik el sıkışmalardan sonra Bayar; “Konuşmanızı bölmeyeyim, ne konuşuyordunuz?” dedi. Menderes de” Sarol’u dinliyorduk efendim” deyince Bayar; “İyi bir şey anlatıyorsa ben de dinlemek isterim” deyiverdi.

Anlatmamı sürdürdüm… Bayar, açıklamalarımdan memnun görünmedi.

-Menderes’in kurtuluşundan sonra milletçe duyulan büyük sevincin tesiri altında İsmet Paşa ve arkadaşlarının istasyona gelmelerinin samimiyetine inanmak, safdillik olur!

Daha düne kadar partimizin ve Menderes’in yok olmasını isteyenler, bunlar değil miydi?

Bayar bu sözleri öfkeli ve oldukça yüksek tonda söylemişti. Gözlerinin delici dikkatini benim yüzümde toplayarak;” Hoyrat ellerini, Menderes’in yakasından çek doktor!” dedi ve çıktı…

Hepimiz donup kaldık”.

Menderes’in misyonu, işte bu iki zıt kutbun arasında sıkışmıştı.

Bazen kafası ile bazen yüreği ile düşünüyor ama her iki halde de “misyon” ağır basıyordu.

Muhalefet Partisi lideri olarak İsmet İnönü, Menderes’in Londra dönüşü sonrasında toplumda oluşan saygılı bütünlük havasını dağıtmak için gerçekten çok ustaca davrandı.

Önce basının “Trakya çıkarması” adını verdiği geziyi, en tanınmış gazetecilerle birlikte yaptı, sonra “Ege Taarruzu” adı verilen olaylı geziyi düzenledi.

Bu gezilerindeki konuşmalarında daha seçime iki yıl varken seçimlerin yapılıp, yapılmayacağını soruyor, böylece Başvekile ağır bir tahrik yöneltiyordu.

Bu atışmalar bir “Tahkikat Komisyonu” kurulmasına kadar uzadı. Menderes “hırçın muhalefet” karşısında kendi tutumunu haklı görüyor, “Kanunları hâkim kılmak, hükümetlerin baş görevidir;

Müsamaha ve imtiyaz tanımak, meşruiyeti şüpheli iktidarların tutacağı yoldur!” diye düşünüyor, o çerçevede hareket ediyordu.

Fakat basını arkasına almış İnönü, hükümet kararlarına meydan okuyan bir tavır sergileyerek etkisini daha da arttırıyor, gücüne güç katıyordu.

27 Mayıs’a dayanan günlerin birçok olayında, Adnan Menderes’in yukarıda işaret ettiğimiz hizmet vecdinin izlerini görmek mümkündür.

Gele Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel ile Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes arasında yapılan bir konuşmanın kâğıda dökülmesi, herhalde Adnan Menderes’e adeta tarihi misyonunu hatırlatan bir belge gibi görünmüş olabilir veya öyle algıladığı ciddiyetle düşünülebilir.

Oysa bu en yakın dostu, arkadaşı, soyadını paylaştığı Ethem Menderes tarafından oluşturulmuş bir belgedir!

Celal Bayar, Cumhurbaşkanı olarak, Ethem Menderes’in, Adnan Menderes’in kurduğu bütün kabinelerde yer almasını doğru bulmuyor, fakat Başvekilin hatırı için hükümet listelerini imzalıyordu.

Ethem Menderes de bunu bilmekteydi. Son kabinede Ethem Menderes’in Milli Savunma Bakanı olarak atandığını gören Bayar, Adnan Menderes’e bu düşüncesini açmış, parti içinde çok daha değerli insanlar bulunduğunu hatırlatmaktan kendini alamamıştı.

Bu konuşmayı duyan Ethem Menderes, Bayar’a kırgındı. 1 Mayıs 1960 günü akşamı, Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel, Milli Savunma Bakanı’nı ziyaret etmiş ve o günlerde çalışmalarını sürdüren Tahkikat Komisyonu’nun kararlarından ve gazetelerin üst üste kapatılmalarından yakınmıştı!

Ordu, gelişmelerden huzursuzdu. Bunların haklı ya da haksız olduklarını tartışmıyor, fakat demokrasinin vazgeçilmez kurumlarından biri olan basının baskı altına alındığı intibaının orduda moral kaybına sebep olduğunu anlatıyordu…

Konuşmanın böyle geçtiği daha sonra Cemal Gürsel Paşa’nın Ethem Menderes’e yazdığı mektuptan iyice anlaşılmakla birlikte, Ethem Menderes’in orduda duyulan rahatsızlığın Adnan Menderes den değil, Celal Bayar’da kaynaklandığı fikrini dayatıp dayatmadığı karanlıktadır.

Fakat kesin olan şudur; Cemal Gürsel Paşa sorumlu bir Kara Kuvvetleri Komutanı olarak ordudaki huzursuzluktan Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’i haberdar etmiştir.

Menderes Masum Bayar Suçlu

Ethem Menderes
Ethem Menderes

İster Ethem Menderes tarafından saptırılmış olsun, ister Cemal Gürsel’in şahsi intibaları olsun bu mektupta devletin içine düştüğü durumdan şikâyet edilmekte, hayal kırıklığına yol açan sebepler açıklanmakta ve bütün bunların Menderes’in tutumundan değil, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’dan kaynaklandığı ileri sürülmekteydi.

Eğer “Celal Bayar Cumhurbaşkanlığından alınır, yerine Adnan Menderes getirilirse” bütün fenalıklar sona erecekti.

Bu teşhisi de teklifi de yanlışa dayalı mektubun altında, Kara Kuvvetleri Komutanı’nın imzası varsa, şüphesiz olay geçiştirilemezdi.

Yassıada duruşmalarında bu mektup soruşturma konusu olduğu zaman Ethem Menderes’in; “Uzun konuşmaya imkân yoktu. Başbakanlıktan çıkarken ayaküstü anlattım ve mektubu verdim.

Kendisi de okuduktan sonra bana geri verdi. Yüzünde “ne yapabilirim” der gibi bir ifade vardı” sözleri de Adnan Menderes’in “Şöylece bir bakmakla yetindim?” demesi de elbette gerçeği belirlemiyor!

Söz konusu mektup, aslında; “Demokrasiden vazgeçilmesini, tekrar Atatürk yönetimine geçilmesini ve bunun Celal Bayar’ın Cumhurbaşkanlığından alınarak yerine Adnan Menderes’in getirilmesi ile gerçekleştirilmesini” teklif ediyor…

Elbette teklif sahibi işi gerçekleştirmeyi de üzerine almış olmalıdır.

Böyle bir mektup ne ayaküstü anlatılır ne ayak üstü, göz ucu ile okunur, ne de saklanır. Bu mektup bir “Geri Darbe” teklifidir! Bu mektup, 27 Mayıs oldu-bittisinden yüz defa önemlidir!

Türkiye’deki fikir gevşekliğine bakınız ki 2 Mayıs 1960’ta bir “Geri Darbe” yapılması teklifine imza koyan Orgeneral, sadece 25 gün geçtikten sonra 27 Mayıs’ta sol eğilimli bir darbenin başına geçiyor, geçebiliyor ve bunu günümüze kadar hiç kimse eleştiri konusu bile yapmıyor! Dehşet verici bir tablo!

İşte “Türkiye’nin hiçbir yerinde kendisine bir ruy-i abus mutasavver” olmadığını arkadaşlarına söylemekte beis görmeyen misyon yüklenmiş Başvekil Adnan Menderes için, bu mektup “Yüzüne tutulmuş bir ayna” idi! Belki teklif edilen çözüm biçimine katılmıyor, belki misyonunu yalnız demokratik ortamda gerçekleştirmek istiyordu.

Ama kaderin kendisine bir misyon yüklediğinin belgesi ele geçmişti. Kütahya’da tutuklanıp Harbiye’ye getirildiği zaman kendisini ziyaret eden Türkeş’e yardım teklif etmesi, isteniyorsa “Ankara Radyosu’ndan millete ordu lehine seslenebileceğini” açıklaması, hep o misyonun çeşitli görünümleridir.

Bu sebeple bütün duruşmalarda Celal Bayar’la göz göze gelmemeye özen göstermiştir. Bu sebeple kendi fikirlerine sekreterlik ettirdiği Burhan Belge gibi bir kalemi Yassıada duruşmalarında yalnız bırakmış (can korkusu ile değil, hayır, misyon korusu ile) birçok arkadaşının emrini yerine getirdiği gerçeğini dikkatle saklamıştır. Onun için önemli olan, ne olduğu, nerede olduğu değil, ne yapacağıydı.

Bu yüzden Cumhurbaşkanı Celal Bayar, tok ve cesur davranır, Mahkeme Başkanı’nın sorularına fütursuz cevap verirken, bütün alınan kararlardan verilen emirlerden sorumlu olan Başvekil ezilmiş bir sesle sorumluluğu sürekli kendi dışına çıkarmaya çalışıyordu.

Avukatlarının mahkemede “Cemal Gürsel’in Ethem Menderes’e yazdığı mektubun okunmasını” istediği zaman yerinden fırlayıp karşı çıkacak, “Devlet Başkanının mektubunun burada okunmasını istemiyorum” diyerek misyonunu kurtarmak telaşı ile misyonunu ve hayatını mahvedecekti.

Ali Cengiz Oyunu

Cemal Gürsel
Cemal Gürsel

Menderes’in Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel, Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’e belki de hiç farkında olmadan, rejim değiştirmeyi teklif etmiş, fakat daha sonra “Milli Güvenlik Komitesi Başkanı” ve “Devlet Reisi” olunca Ethem Menderes’e yazıp verdiği mektubu değiştirip Celal Bayar Yerine Adnan Menderes’i suçlamakta tereddüt etmemiştir.

Oysa Adnan Menderes bu tavır değişikliğini hemen fark etmeli, ardından gelecekleri sezebilmeli ve etkili hitabetiyle hukuk tefekkürü ile Yassıada Divanının şahsında “Demokrasiye yapılan darbeyi” ülkeye ve dünyaya göstermeliydi!

Dahası ve asıl önemlisi Menderes, Cemal Gürsel’in o mektubu yazdığı günün ertesi emekli edildiğini ve yayınlanmak üzere bıraktığı “Orduya” ve “Millete” veda mektuplarının yayınlanmasına izin verilmediğini nasıl unutmuş ve mektubuna böyle cevap alan bir generalden vefa ve sadakat beklemiştir? Kavramak kolay değil!

Adnan Menderes 17 Eylül 1961’de gündüz asılarak hayata veda etti. Ama “Demokrasiyi kurtarmak misyonu” çeşitli ellerde bozula düzele hala devam ediyor.

Demokrasinin en büyük şehitlerinden biri olan Adnan Menderes’e Allah rahmet eylesin! Büyük değişimler, her zaman idealistleri de götürmüştür.

İnşallah bu sondur!

Kaynak: İsmet Bozdağ – Tarih ve Medeniyet Dergisi Sayı: 7 Yıl: 1994 Sayfa: 4-9

*-Ord. Prof. M. Şekip Tunç: Üniversite Ders Notları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ayrıca Okuyabilecekleriniz

Gaziantepli Ali Özkan MHP’nin Mersin Mitinginde Dostları ile Bir Araya Geldi

Gaziantepli Ali Özkan MHP’nin Mersin Mitinginde Dostları ile Bir Araya Geldi, Milliyetçi H…